Son dakika haberi: CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu. CHP lideri Özel, kendisine yönelik yapılan saldırıyla ilgili çok sert ifadeler kullanarak adeta rest çekti.
SALDIRI SONRASINDA ÖZGÜR ÖZEL’E SIKI KORUMA
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yönelik yumruklu saldırının ardından partinin grup toplantısında alınan güvenlik önemleri de dikkat çekti. CHP lideri Özel de, kalabalık bir koruma ekibiyle Meclis’e geldi.
Halk Tv’de yer alan habere göre; saldırının ardından partisinin ilk grup toplantısına katılan Özel’in yanındaki yeni ve kalabalık koruma kadrosu dikkatlerden kaçmadı. Şimdiye dek olduğundan farklı olarak bu kez Özgür Özel’in önünde de korumalar vardı.
CHP Grup salonuna girişte herkese kart soruldu.
CHP Lideri Özel’in açıklamaları şöyle;
-
En büyük üzüntüm, canımı yakan şey, o gün uzun uzun Sırrı Süreyya Önder’in yaptıkları, hayatı, barış konuşulacakken saldırı konuşuldu.
-
Saldırı hepimize yazılmış açık bir mektuptur. Bir ihtar çektiler. Kimseyi ve partiyi doğrudan sorumlu tutmuyorum. Kimin yaptığını araştırmak devletin görevidir. Burada AK Parti yönetimi büyük bir sınav verecek. Eğer uzandığı her yere kadar bir soruşturma yapılırsa hiçbir problem yok. Ama işin ucu bir yerlere gittiğinde tıkanırsa bunun üstüne gitmeyeni konuşmak da benim hakkım olur.
- Herkesin üzüntü beyanlarını duyduk. Açıklamalarını okuduk. Açamadığımız telefonlar oldu, haklarını helal etsinler. Bu noktada arayan herkesin göstermiş olduğu sorumlu dile teşekkür ederim. Bizi içinde bulunduğumuz bu atmosferden çıkaracak samimi adımların atılması gerekiyor.
“HADİ ORADAN HADİ! HODRİ MEYDAN”
- Bunun çok iyi farkındayım; birileri bize şunu söylüyor. ‘Biz Türkiye’yi bir noktaya getirdik, siz engelsiniz. İtiraz ediyorsunuz. Bu kurduğumuz planı bozmaya çalışıyorsunuz. Meydanlara çıkıyorsunuz, gündemde tutuyorsunuz. Durun, Ankara’ya dönün, partinizde oturun.’ Bunu da bir evlat katiliyle mektup yollayarak yapıyorlar. Diyorlar ki ‘evladını öldürmüş sana mı kıymayacak. Sana sokokta saldırttık’ diyorlar. Yazdılar mektubu yolladılar ve okuduk. Bir cevabımız olacak: Yarın akşam Beyazıt akşamındayız. Cumartesi Van’dayız. 19 Mayıs’ta İzmir’deyiz. Cevabımızı okudunuz mu? Hadi oradan hadi. Gazi’nin partisi o mektubu böyle olur kardeşim. Hadi şimdi o katili eli çıplak yollayana söylüyorum. Cesaretin varsa doldur da yolla. Hodri meydan.
“SAYIN ERDOĞAN, ÖNCE TURİZM BAKANINI GÖREVDEN ALIN”
- Bu iktidarın yönettiği ülkede canı yananlar var. Örneğin Kartalkaya’da ölenler var. Şimdi bana Sayın Cumhurbaşkanı telefonda ‘Arkadaşlar gerekeni yapacak emin olun’ dedi. Şimdi gereğini yapacak arkadaşlar kimlerse benim meselemden önce Kartalkaya’da bilirkişi raporunu geri çektirenler, başka bir heyet raporuyla yola çıkanlar oldu, onlara baksınlar. Sorumlular arasında Turizm Bakanlığı’nın soruşturma izni vermesi gerekenler var. Kendisi Türkiye’nin neresinde olursa bir dakika duramayıp istifa etmesi gereken birisi. Ben sorumlu değilim diyerek yargıyı etkilemek için basına çıkan birisi. Kendisi istifa etmeyen bakan, sorumluların da yargılanmasına izin vermiyor. Sayın Erdoğan, benim meselemden önce gereğini yakın bu bakanı görevden alım, yeni bakan da soruşturmaya izin versin.
-
Tabii içinde bulunduğumuz süreci arkadaşlar gereğini yapacaklar derhal bekliyoruz ama eğer üzerinde mutabakata vardığımız gibi yapılan saldırı siyaset kurumuna yapılıyorsa, yani siyasetin sözle yapılmasına bir ölüm tehdidiyle ayar verilmeye çalışılıyorsa, yapılacağı yere ayar verilip buradan çekilin, bu şehre gelmeyin, miting yapmayın deniyorsa, bu şiddete hep birlikte karşıysak, yargı şiddetine de, yargı tacizine de, yargı eliyle siyaset dizaynına da İstanbul’un bundan bir seçim önce, daha bir yıl önce seçilmiş belediye başkanına ve 15,5 milyonun ilan ettiği cumhurbaşkanı adayına, geleceğin cumhurbaşkanına yapılan darbeye de aynı samimiyetle meydan okumak gerekir.
-
Aynı samimiyetle. Bu yüzden bu yüzden bu milletin 200 yıllık demokrasi kültürü var. Bu milletin atasından emanet sandığa sahip çıkışı var. Aç kalıyor, susuyor bazen. İşsiz kalıyor, susuyor. Dünya kadar haksızlığa susuyor ama biri gelip sandığı almaya kalktı mı orada ayağa kalkıyor. Niye? Biliyor ki, biliyor ki sandık olmazsa kimse dönüp onun yüzüne bakmaz
- Sandık olmazsa tebaa o. Sandık varsa vatandaş. Sandık varsa millet. Sandık varsa eninde sonunda bir hesap görebileceği, hesap sorabileceği yer var ve bunu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün boynunda idam fermanıyla ölümü göze alarak ve bütün Türkiye’yi önce kurtuluşa sonra kuruluşa ikna edip her yetkiyi verelim dediklerinde yetki milletindir diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sarılıyor sandığa sarılırken.
ERDOĞAN’A “SESSİZLİĞİNİ BOZ” ÇAĞRISI
- Sayın Erdoğan’ın bu darbede, bu darbe sürecinde, bu vakitten sonra eğer bu millete bir saygısı varsa, siyaset kurumuna saygısı varsa hızla tutuksuz yargılamayı savunup bu konuda bir kere kendi görüşünü netleştirip, herkes konuşuyor, tutuksuz yargılamayı savunup adil yargılamanın önündeki en büyük engel, kendi deyimiyle artık bakanlar teknik, yardımcıları siyasi. O yüzden tutuksuz yargılamayı savunup adil yargılama için gereğini yapıp elini kolunu yargının üzerinden çekip siyasi rakipleriyle sandıkta hesaplaşmaya varsa ben de diyorum ki: İşte şimdi oldu Erdoğan! Şimdi demokrasi emareleri göstermeye başladın. Bir kişi demokrat mı değil mi seçim kazandığı akşam belli olmuyor işte. Seçimi kaybettiği akşam belli oluyor. Seçimi kaybettiği gün millete saygım sonsuz, kusur bende deyip de ertesi sabah siyasete, millete kafa tutarak, ona meydan okuyarak, ona direnerek, onun seçtiğine kumpas kurarak değil de elini yüzünü yıkayıp hatayı nereden yaptım diye başlıyorsan sen demokratsın kardeşim. İsmet Paşa gibi en büyük yenilgim en büyük zaferimizdir. Özlediğimiz cemiyet düzeni kurulmakta. Yönetecekler seçimle gelip seçimle gitmektedir diye gurbetteki evladına kaybettiğin seçimin sabahı mektup yazıyorsan demokratsın. Yok, İstanbul’un seçtiğine kafa tutuyorsan, kumpas kuruyorsan kusura bakma o zaman otokratsın, demokrat değilsin.
“İKTİDARIN ÖNÜNDE BİR FIRSAT VAR”
- Burada dedim ki saldırı olduğunda kimseyi mesul tutmuyorum. Açılan telefonu önemsiyorum ve buradan sonra atılacak adımlara, bizim soruşturma açısından da, Kartal Kaymakamı açısından da, tutuksuz yargılanma açısından da o kötücül akılla yani bize ayar veren, tehdit eden, darbe kurgulayan kötücül aklı sahiplenme fırsatı, imkanı da var şimdi iktidarın önünde. Bir fırsat olarak ondan ayrışma ve bu süreçte yapılanların özeleştirisini verip demokratların safına katılma imkanı da var. Hodri meydan, kullanın bakalım bu imkanı.
“TAK SUSTULAR. O YALANI ATANLAR ŞİMDİ NE YAPIYOR?”
-
48 gün geçti. Güya 30. gün birbirimizin yüzüne bakamaz halde olacaktık. Evlatlarımızın yüzüne bakamaz halde olacaktık. 48 gün ilk günden bugüne atılan bütün yalanlar perişan oldu ama bir yandan da şunu hatırlayalım: 10 yaşında çocuğu evde bırakıp anasını alıp götürmeler, çocuğun kulağındaki küpeye dedektör tutup altın saplı kaydedin alın deyip çocuğun kulağındaki küpeye saldırılmalar, karton, karton kumbaradan birikmiş 3.000 lirayı tutanak altına alıp evde ele geçirilen para diye kaydetmeler hep bu 48 günün utançlarıdır. Unutmayalım, hızla tazeleyelim. İnsanları itibarsızlaştırmak için aileyle uğraşan, çocukla uğraşanlar, dünya kadar iftira atanlar sonra da o attıkları yalanları unutup susanlar var. Örneğin 560 milyar yolsuzluğu bütün televizyonlara böyle yazdılar. İki gün, üç gün. Sonra sonra bir, bir hesap makinesi, bir çarpı tuşuna rezil oldular. İstanbul’un 6 yıllık bütçesi çalındı denen paradan küçük çıktı. 497 milyar. %70’i maaş diye ödenmiş. 560 milyar değil 400, 400, 497 milyarı çalsan 6 yıl ne beton atılıyor ne kanal, su kanalları yapılabiliyor ne aydınlatma ne temizleme ne çöp toplanıyor. Bütün parayı çalsan. Tak sustular. O yalanı atanlar şimdi ne yapıyor? Vallahi bir köşede utanarak otursalar bir şey demeyeceğim. Aynı ekranlarda o günün yalanını bıraktılar, bugünün yalanını atıyorlar. Bakın dediler ki: İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1.200 telefon aldı, delegelere dağıttı. Çıkardık telefonları. Baz kayıtları burada. 1.200 değil, 120 değil, 12 değil. Bir tanesini bulun be kardeşim. Yok, sustular. Şimdi o, o gün ekranlarda olanlar CNN’in ekranında, TGRT’nin ekranında, TV100’ün ekranında, bütün TRT’nin ekranında servis ediyor adam. Servis ediyor. Bu oldu diye yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı da, sorulunca cevabı alındı da, kanıtı da yok ama sadece alçakça tartışıldı. İmamoğlu birtakım insanlarla bir araya geldi. Büyük bir rüşvet çetesi vardı. Dediklerinin hiçbirisi HTS kayıtlarından çıkmadı.
- Şimdi sustular. Kamerada valizin içinde para var dediler. İki gün parayı konuştular. Açtık, jammer’ı gösterdik. 10 gün de jammer’ı konuştular. Sonra sordular: “Hangi ihtiyaçtan kullanıyorsunuz? Bu jammer’ı neden aldınız?” Dedik: “Biz almadık. Rahmetli Kadir Topbaş’tan İBB envanterine kalmış. Kadir Bey kullanıyormuş. Hatta onun makam aracının arkasında bir jammer aracı da gidiyormuş.” Bunu da yakın siyaset arkadaşları doğruladı. Ekranlarda soruldu, cevap alındı. Hangi ihtiyaçtan jammer kullanıyorsun? Bugünkü Cumhurbaşkanı hangi ihtiyaçtan kullanıyorsa yarınki Cumhurbaşkanı da o ihtiyaçtan kullanır. Memlekette anket var. Telefonlar dinleniyor mu? %70 evet. Seninki dinleniyor mu? %75 evet. Köşede poğaça satıyor adam, telefonu dinleniyor. Anasını arıyor poğaçacı, WhatsApp’tan arıyor. Ondan sonra efendim, bu hangi ihtiyaçtan? Her şeyi bilmek zorunda mısın? Her konuştuğumuzu kayda almak zorunda mısınız? Ya da bakın, dünya kadar tehdit, saldırı, bilmem ne. Bunlarla ilgili sizin canınız can, tedbir alıyorsunuz da bizim Cumhurbaşkanı adayımızın canı can değil mi? Ekibi tedbir alacak jammer, araç, bak.
İMAMOĞLU’NA SUİKAST İHBARI İDDİASI
- Bakın bilgi vereyim. Arkadaşlar detaylarını paylaşsınlar. Bu yılın ocak ayında dünkü bebek, evlat katili saldırgan İBB’ye gelir. “Benim koğuşta birlikte yattığım arkadaşlar şimdi tutuklamaya sevk etmişler. Işık hızıyla da tutuklamışlar. Bu soru sorulmadıysa bir geri çağırsınlar. İBB’ye gelmiş. ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi. İmamoğlu’na suikast yapılacak.’ demiş. İhbar etmeye geldim demiş.” Bakın nasıl bir koğuşta yatmış? Bu irtibatta olduğu arkadaşları kimmiş? Bizimkiler polisi çağırıp, iki kişi, iki polise vermişler. “Alın, dinleyin. Bu böyle iddiada bulunuyor.” diye.
“MEHMET ŞİMŞEK İSTİFA ETMEK İSTİYOR”
-
Bugün enflasyon kaç? %38. Bir arpa boyu yol alınamamış. Gitmiş bütün dünyadan para toplamış. Hem para almış hem Amerika’dan geçen hafta olduğu gibi emir almış. İngiltere’ye gitmiş, oralardan para bulmuş. Sonra gelmiş o paraları Ekrem İmamoğlu korkusuna o günden bugüne $55 milyarı yakmış, saçmış. Sorulunca da: “Biz o rezervleri bu günler için biriktirdik.” demiş. Mehmet Şimşek o lafı ettiği günden beri bu darbenin mali ayağıdır. Dünyaya karşı geçmişte kendini prestijli birisi olarak, demokrat birisi olarak pazarlayan Mehmet Şimşek kendisinin seçimle gelmiş birini gönderip yerine kayyım atamaya,
- Başkan adayının adaylığına engel olmaya çalışılan darbenin finansörü olarak teşhis etmiştir. Şimdi, “Söyledikleri olmuyormuş da bilmem neymiş de istifa etmek istiyorum. Beyefendiden affımı talep ediyorum.” Bırakıp kaçıp kurtulacak. Bir kere, istifam istifa etmesin, burada beklesin. Çünkü biz bu darbe girişimiyle sandıkta hesaplaşacağız.
“GİTTİĞİN YERE KADAR KOVALAYACAĞIZ. BİLLBOARD KİRALAYACAĞIM”
-
O Mehmet Şimşek’in o gece yüzünü göreceğiz. Ama Mehmet Bey, bir punduna getirip de kaçarsan vallahi kaçamazsın. Ant olsun ki peşini bırakmayacağız. Gittiğin ülkede, gittiğin ülkede hangi işe girmeye niyetlenirsen niyetlen, gittiğin ülkede perdeyi açacaksın, billboard’da “Senin bir darbenin finansörü olduğun…” Sokakta yürüyeceksin, vallahi billboard kiralayacağım, otobüs giydireceğim, seni dünyaya rezil edeceğim.
-
Öyle, “İstifa mı istifa? Beyefendi kabul ederse 10 güne yokum.” Gittiğin yere kadar kovalayacağız. Yaptıklarının hepsini bütün dünyaya anlatacağız. Bundan sonra da saygın ekonomistim. O zaman gelip de Türkiye’de darbeye karışmayacaksın, darbe finanse etmeyeceksin kardeşim, etmeyeceksin.
-
Sayın Erdoğan, deprem gündemi… Allah’a şükür İstanbul’da can kaybı olmayan bir deprem atlattık 23 Nisan’da. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Aklımca oradan siyaset çıkarmaya çalışıyor. Efendim, normalde geçen deprem 3 gün ortalıkta yoktu ya. Bu depremde gitti AFAD’da oturdu. Siyasi bir toplantı tertip etti. Bir yanında AK Parti İl Başkanı, bir yanında partisinin Sayın Sözcüsü, bizimkileri çağırmadı. Sonra çıkmış bana “Efendim, depremde neredeydin?” Kardeşim ben depremde nerede olacağım? Bir siyasi partinin genel başkanı olarak gelip de AKOM’da boş bulduğum bir koltuğa oturup da eğitimim olmayan bir konuda, bilmediğim bir konuda, AKOM’daki o boş koltuğa oturup da krizi ben mi yöneteceğim? O koltuğu boşaltan sensin. O koltuk Ekrem Başkan’ın koltuğudur. Onu oraya İstanbullular oturtmuştur. Ama “Ey” diyor, “Sayın Genel Başkan” diyor, “Ne yaptın sen deprem için?” Ne yaptım biliyor musun? Bir kez de buradan tekrar edeyim. 31 Mart’ta birinci parti olduk. Dedim ki: “Eski kavgaların, eski sürtüşmelerin, çekişmelerin kimseye faydası yok. Olsa Erdoğan’a olurdu.” 3 ay boyunca bize küfrettiler. Hakaretler ettiler.
-
Terörist dediler, demlenme dediler, onu dediler, bunu dediler. Birine cevap vermeyip vatandaşın sorunlarını konuştuk. Aslan gibi belediye başkan adaylarımızı tanıttık. Sorunları nasıl çözeceğimizi söyledik. Millet takdir etti, görev verdi. “Bundan sonra da böyle yapalım.” dedik. Dedim ki: “Kavga olmasın, tartışma olmasın.
-
Belediyelerin işleri var, bu işler görülsün.” “Bu sırada en önemli gündemimiz” dedim, en önemli gündemimiz. “Elbette adaletsizlik çok önemli. Elbette içeride tutulan arkadaşlarımız çok önemli. Emeklinin açlığı, asgari ücretin açlığı, yoksulluk hepsi çok önemli.” Bir de dedim, hepsine önerilerimi söyledim. “Asgari ücret 30.000 lira olursa oy veririz.” dedik. “En düşük emekli maaşı asgari ücret olmalıdır.” dedik. Hepsini söyledik ama dedim ki: “Hepsi bir yana en önemli gündem Türkiye’de deprem. Lütfen” dedim, “burada bir deprem bakanlığı kurun. Bu bakanlığın başına Türkiye’de bu işte en iyi kimse onu getirin.
- Altına da kendi partiniz dahil, benim partim dahil, tüm mecliste grubu bulunan partilerden birer bakan yardımcısı isteyin. Hepimiz de verdiklerimizi liyakatta yarıştıralım. Siyasete alet etmeyelim. Yapılan iş ne size ne bana, bu millete yarasın. Bu deprem meselesini riski de beraber alarak yarın öbür gün bir övgü olacaksa da hepsini millete ortak ederek yapalım.” Not aldılar. 10 gün, 15 gün, 20 gün sonraki görüşmede bir daha söyledim. “Ne yaptınız?” dedim. Bir daha not aldılar. O günden bugüne, o günden bugüne Ekrem Başkan’ın “Deprem konseyi oluşturalım.” teklifini de reddettiler. 233 projeyle İstanbul’u deprem riskine karşı hazırlıyoruz. 114 milyar liralık deprem seferberlik planını hazırlamışız. Acil ulaşım yollarını yapmışız.
ERDOĞAN’A DERPEME KARŞI ‘BİRLİKTE ÇALIŞALIM’ MESAJI
-
Riskli yapılar tespit edilmiş ve önlerinde İstanbul’un, İzmir’in dünya kadar kentsel dönüşüm projesinin, ayrıca yurt dışından bulunmuş hibelerin, kredilerin imzası duruyor. Onlar bizi silkelemekle uğraşıyor. Allah göstersin, Allah göstermesin. 23 Nisan’da İstanbul’u 6.2 ile silediler. Daha fazla İstanbul’da bir şiddet olaydı o zaman görecektin sen. Milletin seçtiği belediye başkanını silkelemek mi yoksa depreme el birliğiyle hazırlık yapmak mı? Bir kez daha buradan Sayın Erdoğan’a, hatırlatıyorum. Türkiye’nin bu önemli deprem gündeminde nüfusun %65’inin, ekonomisinin %70’inin olduğu belediyeleri yöneten partinin genel başkanı olarak gel bu işi siyasi çatışmadan çıkaralım.
-
Hep birlikte çalışalım. Bu milletin evlatlarını İstanbul depremine, diğer şehirlerin depremine kaybedip de mezarlarının başında oturup ağlamayalım. Aklımızı başımıza toplayalım. Kanal İstanbul konusunda önerimizi sunduk. Kendine güvenen sandığı getirir. İstanbullu Kanal İstanbul’u istemiyor. 65 milyar dolara mal olacak olan bu projede 1,5 milyon konut yapabiliriz. 24.000 tane konut yapmış. O konutu anlatmaya uğraşıyor. Bakın, sosyal konut dediği konuta bakın. 1/100.000 ölçekli, mahkemelerin iptal ettiği şu korsan, bakın bu Kanal İstanbul. 24.000 konutu yaptığı yer burası, kanalın boyu. Konutlar burada. Kanal burada, konutlar burada. Bu korsan, bu hukuken yok hükmünde olan plana göre buraya konut yapıyor. Suçüstü yakalanınca da “garibana verecektim” diyor. Bakın, “garibana verecektim”. Hadi şimdi bizim sayemizde belki garibana vereceksin, göreceğiz. Bir de ta İstanbul’un burasında, o kanalı gören yerde, hem de gölün su toplayacağı havzayı da katlederek bunu yaptın. Peki burayı, burayı, burayı, burayı hangi garibana, Katar’ın hangi garibanına söz verdin sen? Katarlıların hangi garibanına?
-
Söz verdi değil, tepeden tespit etti, önerdi. Tapularını aldılar. Bazı yer var, 5 kere tapusu değişti. Kendisi Kanal İstanbul dediğinden beri. Gariban vatandaşın tarlalarını topladılar, arsalaştırdılar. Kaçıncı taklayı attırıyorlar? O yüzden referandum konusunu Sayın Erdoğan’a, sayın basın mensupları tarafından sorulmasını, soruyu soran basın mensubunun da korumalar tarafından ileri atılmamasını, cevabın verilmesini talep ediyoruz. Çünkü cesaret edip bir tane soru soran çıkıyor içinde. Korumalar alıyor, karşı duvara kadar atıyorlar. Arkadaşlara da sonra: ”Efendim, niye sormuyorsunuz? Niye bilmem ne yapıyorsunuz?” demeyelim. Nelerin yaşandığını görelim. Diyeceğim şu: Basın mensubunu duvara fırlatan korumadan o kişinin koruduğu kişi mesuldür. Bizim yaşadığımız olayda herkes konuşuyor. Koruma zafiyeti var diye. Koruma zafiyeti yok, korunma zafiyeti var. Oraya gittiğimizde ekibin en öne koyduğu kişiyi cenazedeyiz, milleti itip kakmasınlar, yarmasınlar diye çeken benim. Baklava düzeni alıyorlar, bu iki arkadaş uzaklaşsın. Biz cenazeye gidiyoruz, böyle harala gürele olmasın diyen benim. Ondan sonra ey, her biri birbirinden kıymetli, iyi niyetli, aile babası, iyi eğitimli, inandığımız, güvendiğimiz arkadaşları linç ediyorlar. Koruma zafiyeti, bilmem ne. korumayı yönlendirme zafiyeti, korunma zafiyeti varsa bana aittir. Oradaki diğer büyük tertibin yani koruma önlemlerinin alınmamasının, o yoldan yürütülmemizin, o caminin orada bekletilmesinin hepsinin açığa çıkmasının sorumluluğu da iktidara aittir. Hiçbirimiz olmadık kişileri boşu boşuna zan altında bırakmayalım. Değinmezsek olmayacak bir konu: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Erdoğan’ın oraya saray yapması, külliye yapması ayrı mevzu. Trump’ın baskısıyla ve Avrupa Birliği’nin teşviğiyle, Avrupa’daki ülkelerin teşviğiyle bizim Kuzey Kıbrıs’ı tanısınlar diye beklediğimiz Türk cumhuriyetlerin gidip Güney Kıbrıs’ı tanıması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni işgalci olarak gösteren kararları tanımaları Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının tam anlamıyla iflasıdır. Trump korkusudur. Türkiye’nin tezlerinin terk edilmesi, güvendiği dağlara kar yağmasıdır. Kıbrıs’taki konuşmada bu konuya bir kelime değinilmemesi nasıl bir teslimiyet içinde olunduğunun kanıtıdır. Biz hem bu konuda hem de Trump’ın: ”Efendim, Gazze güzelmiş, otel yapacağım.” deyip, ”Kumarhane açacağım.” deyip, ”Bu Filistinlileri etrafa dağıtacağım.” deyip soykırım suçunun üstüne bir de teciri getirmesini son derece sıkıntılı, kaygı verici, direnilmesi gereken bir mevzu olarak görüyoruz. Gazze’nin hemen önünde bütün Avrupa’ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarına Trump’ın böyle kendince gülümseten üslubuyla çökerken buna sessiz kalınmasını büyük bir ihanet, Filistin davasına ihanet olarak görüyoruz. Kıbrıs ve Filistin meselesi Cumhuriyet Halk Partisi’nin kırmızı çizgisidir. Bu konuda iktidarı bir kez daha en net şekilde uyarıyorum.
-
Yasin Ekrem Serim’in Halil Falyalı’yla, öldürülen Halil Falyalı’yla ortak olduğu ortada. Halil Falyalı’nın 45 şantaj kaseti olduğu iddiaları ortada. Bu iddiaların peşine Süleyman Soylu’nun nerelere gittiğin, Dubai’lere gittiğinin, neler yaptığının hep kanıtları devletin elinde, senin bilginde. Ondan sonraki İçişleri Bakanı zaten biliyor kendinden önce olanı da ama oraya büyükelçi yaptığını aniden çektin. 45 kasetin 40’ı elde edilmiş, 5’i kayıpmış. Bununla ilgili Cemil Önal diye birisi başladı anlatmaya. Kıbrıs basını yazabildi, bizim basın yazamadı. Bütün dünya bildi. Hatta birisi sonradan çarpıtıyor. ”Seni aradığımı ispat et.” Beni aradın demedim ki. Haber yolluyorsun arada gazeteciyle, onunla bununla. O kasetlerde bir ben mi varım? O kasetleri bir dönün bakın. O kasetlerde Binali Bey’in oğlu yok mu? Hakan Fidan’ın ailesi yok mu? Erdoğan’ın ailesine bakın diyen sensin. Şimdi ben o gün de dedim. Aileyle uğraşmayız, emin olmadığımız şeyi varmış gibi söylemeyiz ama bu işe bir baksın bu devlet dedik. Bunlar bu işe bakacakken Cemil Önal’ı otelinde vurdular, susturdular. Şimdi Erdoğan, bunları söyleyen kişi öldürüldü. Muhasebecisiydi, ortağıydı Halil Falyalı’nın. Halil Falyalı öldürüldü, kasetler ondaydı. Adamın ortağını Kıbrıs’a büyükelçi yaptın. Yaptınsa neden yaptın? Aldınsa neden aldın? Bunu bir bize anlatman lazım. Ama ağızlarını bıçak açmıyor. Hepsi birbirini biliyor. Hepsi kimin bu işin en orta noktasında olduğunu ve çok kişiye karıştırırsam, Binali Bey de söylesin, Hakan Fidan da söylesin, Erdoğan’ın çocukları varsa söylesin, yolla kasetin bir nüshasını. Var mı, görelim. Madem ki o kadar eminsin, bir de sonra dönüp: ”Vay efendim, ben Özgür Özel’i aradıysam ispatlasın.” Bugün de gitmiş bir yerde kariyer planlama günleri yapıyormuş, çocuklar da onu dinliyormuş. Kariyerini ona uyup da planlayan evladımın vay haline, vay haline. Son sözüm şudur: 18 Mart’tan 49 gün sonra, yarın bu darbenin başladığı günden 48-49 gün sonra bu darbeyi püskürteceksek…
- Sembol mekan Saraçhane’ye sahip çıkalım deyip gittiğimizde, bütün İstanbul’u buraya çağırıyorum dediğimizde, İstanbul Valiliği toplanamazsınız, gidemezsiniz, 5 gün süreyle yasakladım dediğinde, metrolar kapandığında, köprüler kalktığında, vapurlar, vapurlar zincirlendiğinde, seferleri iptal edildiğinde, ne olacaksa bu gece olacak. Ya bu meydan dolacak ya bu darbe başarılı olacak dediğimizde Beyazıt Meydanı’nda, İstanbul Üniversitesi, İstanbul işgaline ilk direnenler, ilk mitingleri tertip edenler önlerindeki engeli, bariyerleri yıkıp şarkılarla, marşlarla Saraçhane’ye girmişlerdi. Onların adımları üstüne Vatan Emniyetin önündeki 5.000 CHP’li de o taraftan Saraçhane’ye girdiler. O ilk gelen 7-8 bin kişinin o meydandan buradayız, bekliyoruz dedikten sonra bütün İstanbul geldi, aktı. O meydanda 150.000 de olduk, 550.000 de olduk. Nihayet 1.200.000 kişi de olduk. Orayı kayyıma teslim etmedik. Bir seçilmişe teslim ettikten sonra da köprüyü geçip Maltepe’de kalabalık bir fotoğraf çektirdik. Anadolu’ya gidiyoruz, her çarşamba geri geliyoruz. Bir elimiz, bir ayağımız Anadolu’da hep beraber bazen CHP’nin güçlü olduğu yerlerde, bazen oyumuzun %2 olduğu yerlerde şehre saygılı, vatandaşla kucaklaşan, derdimizi anlatan işler yapıyoruz. Şimdi yarın Saraçhane’ye, Beyazıt’ta toplanıp gelenlere iade-i ziyarete gidiyoruz. Diplomanın iptaline karşı davayı açtığımız gün, Ekrem Başkan’ın mazbatasını iptal ettiklerinde ceketi çıkarıp, kolları sıvayıp gençliğimiz var dediği günün yıl dönümünde, o gün yola çıktığı yolculuğun yıl dönümünde bu sefer Saraçhane’de toplanıyoruz. Beyazıt’a, İstanbul Üniversitesi’ne, o diplomayı iptal eden hadsizlere haddini bildiren İstanbul’un gençleriyle kucaklaşmaya gidiyoruz.